İyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler!

 

“İyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler!”

Bu yazıyı okuyan da, oluşturan da birer sahne sanatçısıdır. Günün belirli bir saatinde sahneye çıkıp aynı oyunu bir döngüye sokmuşçasına oynamak bizlerin görevi midir? Yarının ise bugünden aynı olmayacağı ne malum? Üzerinde kendimizi sergilediğimiz sahne bizim gerçeğimizken bir başkasının kurgusu mudur? Bu gibi soruların üzerine kafa yoruyorum bugün ve aklıma tek bir soru geliyor: Biz oyuncular perdenin sınırını keşfettik mi?




Truman Burbank düzenli olarak komşularına selam veren, yan komşusunun köpeğinden korkan, işe giderken magazin alan ve her adımı tasarlanmış bir satış yöneticisidir. Gün içerisinde Truman’ın yaptıklarına bizim gibi milyonlarca seyirci kendi ekranlarında şahit olur. Hafızasında kalan anılar aracılığıyla Truman kasabada her zamanki düzeni koruyan olayların ve kişilerin yerleştirilmiş olduğuna yönelik keşifler yapmaya başlar. Tüm bu keşifler ışığında bir çıkış noktası olarak gözüken “Fiji Adası”, Truman’ın yolculuğunun pusulası haline gelir ve film boyunca onun için hazırlanmış sahnenin dışına bu yönde her adım attığında durdurulmaya çalışılır. 24 saat boyunca yayında olan bu korkunç yapımın varlığından kesin bir şekilde haberdar olan Truman ise dizinin “son” bölümünde teknik ekibi yanıltarak dizideki son yolculuğuna kâbuslarının başlangıcı olan ve babasını kaybettiğini düşündüğü denizde çıkar. Son sahnede ise yaratıcısıyla tanışan Truman onun için oluşturulmuş gerçeklikten öteki gerçekliğe, yaratıcısının tabiri ile “gerçekliğin olmadığı ve yalandan oluşan gerçekliğe”, adım atarak diziyi bitirir.


Dizinin yaratıcısı Christof


Her yeni günün başlangıcında hepimiz birer kıyafet giyip ayakkabılarımızı taktıktan sonra kapılarımızdan dışarı adım atıyoruz ve döngüye giren bir gerçekliğe adım atıyoruz. Otobüse bindiğimizde aynı soğukkanlılık ve somurtkan ifadeyle en arka sıraya uzanan ve artık boyası kalmamış demire tutunan memur, sabah 9 gibi binasının önünden geçerken içinde mutluluk ve haz duygusu içeren sigarayı içerken gökyüzünden yere düşmüş bir mermer gibi parçalanmış yüzüyle sokağı izleyen hanımefendi ve ellerinde iş çantaları, üstleri düzgün iş insanları, çalışanlar, öğrenciler ve hep aynı sahneye çıkıp aynı senaryoya uyan mürettebat. Gerçekliğin var olup olmadığını sorgulamayı başka bir yazıya bırakalım, insanlar herhangi bir gerçekliğe ait olup olmadıklarını ne biliyor ne de hissediyorlar. Bu insanlar oyuncu değiller, figüranlar. Figüranlar, sözlüğümüzde “Genellikle tiyatro ve sinemada, konuşması olmayan veya konuşması çok az olan rollere çıkan kimse” olarak tanımlanmış korkunç bir kemik kitledir. Figüranlar rollerini eksiksiz yaparlar, role renk katmazlar çünkü katamazlar ve en önemlisi ise kuralların dışına çıkamazlar. Onlar kurulu sahnenin unsurlarıdır. Peki, bizi bu figüranlardan ayıran şey varsa nedir? Sübjektif olarak bu soruya cevabım oldukça basit. Eğer bir şeylere bakmaktan vazgeçip onları görüyorsanız, onları anlamlandırmak ve değiştirmek istiyorsanız veya en basitinden sahne ışığı, figüranların davranışları, dekor sizleri rahatsız ediyorsa ve bir şeyler hissediyorsanız size verilen senaryonun dışına çıkabilirsiniz. Truman’ı rahatsız eden şeyler onun hayatından sökülen oyuncuların geride bıraktığı hatıraların yarattığı çatlaklardı. Bu çatlaklar onu perdenin ötesine uzanan yolculuğuna sebep olduktan sonra sahneden kurtulmuştu. Bizlerin de artık bu perdenin ötesine geçmesi bir ihtiyaçtan öte zorunluluktur. Her gün aynı olaylar zinciri çerçevesinde gerçekleşen aynı etkileşimler, görüntüler ve mesajlar seyirciyi doyuramaz. Truman farkında olmadan seyircilerine “Truman nereye varacak?” düğümünü oluşturmuştur. Bizlerin de benzeri bir düğümü olmalıdır ve çözüme ulaşmalıdır.  Aynı kıyafetler ve içine girdiğimiz aynı kalıplar ile oluşan figüranlık bizim görevimiz olamaz. Birey özneldir ve değerlidir. Herkesin kendi serim, yani giriş, kısmı olmalıdır. Hikâyelerini yazamayan ve yaşayamayan insanlar aynı sahnedeki düzene hizmet etmekten öteye geçemezler ve kendi “Fiji Adalarını” bulamazlar. Yarın otobüse bindiklerinde apar topar kartlarını okutanlar, tutamaçlarına sarılıp başları eğik olarak duraklarını bekleyenler ve Kasım ayının yeşil yapraklar üzerinde gün batımı dansını ortaya çıkarışını görmeyenler onlar için kurulmuş sahte gerçekliğe uyarlar. Onlar için dün ve yarını ayıran tek şey bugünün henüz geçmemiş olmasıdır. Bir de içinde yaşadığımız zamanın bize ait bir gerçeklik olup olmadığı sorusu da bulunuyor. Truman Show’un yaratıcısı Christof gerçekliği “bize sunulan haliyle kabul ettiğimiz dünya” olarak tanımlıyor. Truman’ı sözde kendi isteğiyle orada kalan bir karakter haline getirerek onu özgür bir birey olarak dünyaya tanıtan Christof, gerçekliği aslında bireysel bir yaratılıştan öte bireyleri kapsayan bir tablo ve tabloları yapan bir ressam olarak ortaya çıkarıyor. Christof kendi gerçekliği aracılığıyla Truman’ın öznelliğini yok ederek manipüle edebileceği bir eser haline getiriyor. Bu esere şahit olanlar ise hayranlıkla diziyi yıllardır izleyen bir kitle. Bazıları bu eseri barlarda, bazıları görev yerinde, bazıları duş küvetinde izliyor. 


Truman ile bir araya gelerek ilk defa Truman'ın gerçeklik algısını değiştiren Lauren / Sylvia 


Filmin başında Truman Show’da oynayanlarla yapılan röportajlar ise güzel bir ironi oluşturuyor. Truman’ın çocukluk arkadaşlarından Marlon’un filmin çatışmalarına katkıda bulunan bir yorumu var: “Bunların (Truman Show’da yaşananlar) hepsi gerçek. Bu şovda gördüğünüz hiçbir şey sahte değil. Sadece denetleniyor.”. Marlon’un yorumu toplum içinde bizleri farklı kılabilecek seçim, davranış ve duyguları yok sayan ve toplumu sadece bir araya toplayan sürü psikolojisini ortaya çıkarabilecek nitelikte. Denetlenen bir yaşamın aidiyeti o yaşamın oyuncusunda değildir, denetleyenin elindedir. Truman Show’da varlığını sürdüren denetim sahte bir topluluğu bir arada tutmaya çalışan ve bu düzenin merkezine oturtulmuş sahte bir karakter aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Truman’ın Fiji Adaları’na gitmek istemesinden sonra her zaman magazin aldığı satıcının yanındaki kişinin elinde gazetede manşetlerde Truman’ın yaşadığı Seahaven Island’ın övgü tufanına tutulması, yıllardan sonra evsiz olarak karşısına çıkan babasıyla karşılaşması ardından aynı gazetede evsizlerin yakalandığı ve toplumun evsizlere olumsuz baktığının yansıtılışı, Truman’ın kendi sahte gerçekliğini denetleyen unsurlardan sadece birkaçı. Günümüzde ise bizlerin gerçekliğini denetlemek isteyen manşetlerin dışında elinde gücü bulunduran siyasetçilerin seslenişleri, dinler, medya, örgütler bulunuyor. Gerçekliğe bunca saldırı mevcutken bireyin özgürlüğü sorgulanabilir bir hâle geliyor. Bazıları figüran olduğunun farkında olmadan hayata adım atıp son nefesini verirken bazıları ise manipüle edilmiş bir gerçekliğin içinde çaresizliğe bürünmüş bir halde düzene katkıda bulunmak zorunda hissediyor. Bir başka çatışmalı yorum ise Truman’ın istenmeden evlendiği Merly karakterinden geliyor: “Benim için özel yaşamla kamusal yaşam arasında bir fark yok. Yaşamım bana ait ve hayatım Truman Show. Truman Show bir yaşam biçimi.”. Bizim yaşamımız gerçekten nelerden oluşuyor? Merly neden yaşamını oluşturan unsurları Truman Show’da gerçekleşen sahte bir gerçekliğe dayandırıyor? Bunu detaylıca incelemeyi oluşturamadığımız yaşantıların sebeplerini açıklamak için değerli buluyorum. Truman’ı seyredenler Truman yastık kılıflı insanlar, Truman adına oluşturulmuş barda oturanlar, doğumundan itibaren her adımını takip eden insanlar. Bu insanların sayısı milyonlara ulaşıyor. Topluma açıklık olarak kullanacağım “publicity” terimi, Truman’ın kitlesinde yeni bir anlam buluyor. Merly gibi milyonlarcası tüketmeye hazır oldukları Truman Show ile kendilerini tanımlıyorlar. Truman’ın hayranları kendi kimliklerine sahip değiller ve bu cümleyi kurarken ben bile onları sadece “Truman’ın hayranları” olarak tanımlayabiliyorum. Truman’ın yerine belirli bir kitleye, topluluğa hitap eden bireyleri koyalım. Günümüze hitap eden en basit örnek sosyal medya hesaplarında iyi bir takipçi sayısına sahip kullanıcıları verebiliriz. Üzerinde düşünüldüğünde takipçi sayısının öneminin de kalmayacağı bu örnekte sosyal medya üzerinden yaşamının her köşesini, gerçekleştirdiği her eylemi, her anı paylaşan bireyler kitlelerine karşı sürekli bir içerik (content) besleme yükümlülüğü hisseder. Truman’ın seyircilerini tatmin etmeye çalışan Christof gibi bizler de kendi seyircilerimizi tatmin etme ihtiyacıyla yaşamımızın değerini yok edebiliyoruz. Bu noktada kendi gerçekliğimizi herkesle paylaşmanın gerçekliğimizi değersizleştirdiğini düşünüyorum. Değersizleşen bir gerçeklik ise Christofların ortaya çıkmasına, bizlerin kendi kimliklerimizi kaybetmemize sebep olur. Christof dünyanın en büyük sanal gerçeklik stüdyosunu kurmuş olsa bile yönettiği tek gerçeklik Truman olmamıştır. Denetimi küre şeklindeki stüdyosunun sınırlarını aşarak dünyanın her yerine ulaşmıştır. Son olarak değinmek istediğim şey ise en başarılı dizinin hayran kitlesinin bile Truman son çıkışını yaptıktan sonra “Acaba televizyonda başka ne var?” diyerek yıllardır süregelen bir diziyi anında unutması, değersizleştirmesi ve kendi gerçekliği içerisinde kaybolmaya bırakmasıdır. Belki de günümüz tüketim hızından dolayı hiçbir ana değer vermeyişimiz ama çevremizde olup bitenlere bir o kadar da hızlı bağlanışımız, bizlerin bireysel olarak değerli insanlara dönüşmemize sebep oluyordur.

Tüm bu tartışmanın ışığında bizler perdenin sınırını keşfedebilmiş miyiz? Yoksa sadece bize dikilmiş kaftan ve kurulmuş dekorları var kılmak için mi yaşatılıyoruz? Fiji Adası bir hayal mi? Siz sahneden dışarı adım atabiliyor musunuz?

Bir sonraki yazıda sizleri göremezsem diye şimdiden söyleyeyim: “İyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler!”



Berke O. YILMAZ

7 Kasım 2021

 

Comments

  1. Gerçeklik algısı ve sahte gerçekliklerde kaybolmak... harika bir yazı

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular posts from this blog

All Past Girls Now Sunny Meadows

The Sundial in the Garden

Imbued Verses