Işıltılı Sahnenin Parçalanmış Sanatçısı
Işıltılı Sahnenin Parçalanmış Sanatçısı
Evet Judy, şov devam etmeli. Tıpkı bir hafta önceki gibi parlayan sahnenin ve onu hayranlıkla karşılayan gözlerin ihtiyacını gidermek için sahnene çık. Bu seni sen yapan yegâne şey. Işık sonsuz, şarkıların ise sayısız. Şüphesiz sahnenin tozunu attıracak ve yine alkışları toplayacaksın Judy. Sen ünlüsün Judy ve sahne seni çağırıyor.
İlk önce oyundan bahsedelim. Oyun, Judy Garland'ın Londra'daki altı haftalık sahne performansının gerçekleşeceği zaman aralığında geçiyor. Sahne rengarenk. Müzik, seyirciyi oturduğu yerde heyecanlandırmayı amaç edinmiş şekilde giriyor ve Judy'nin dans ekibi, oyunun temasına inat edip boyun eğmeyerek seyirciye kendi kum tanelerini hatırlatacak bir performans sergiliyor. Bir süre sonra sahneye şatafatlı kıyafetleriyle Judy giriyor ve yanında menajeri -ve ayrıca nişanlısı- Mickey Deans'i görüyoruz. Sahne ışığının yavaş yavaş Judy'e odaklanması bu karakterin yeterince sahne tozunu atacak bir profile bürünmesini sağlamamışsa karakterin ani ve bir o kadar da fevri davranışları bu imajı oluşturur nitelikte. Oyunu izlemeden önce hiçbir ön araştırma yapmadığım içinse bu karakterin "emek vererek kendi hayatını tasarlamış, başarılı bir birey" olduğunu düşünüyorum. Judy menajerine sert davranan bir imajla seyirciyi karşılıyor. Karakterin biraz da huysuz, keyfine düşkün ve de çocuğumsu (daha çok inatçı davranışlar gösterdiği için) olduğunu görüyoruz. Bunca olumsuz özellik birbiri üzerine oturuyor ve Judy'e yönelik, kesinleşmese bile, olumsuz bir izlenime kapılabiliyoruz. Bu sırada menajer Mickey ise daha çok ezilen bir profili bizlere sunuluyor. Daha çok "sahne arkasındaki" işleri tertip eden bir karakter var karşımızda. Röportajları planla, müzik için çıkılacak sahnenin sahibiyle konuş, kalınacak oteli ayarla... gibi görevler Mickey'e adanmış. Buradan da Mickey'nin daha çok ezilen veya arka planda kalmış bir karakter izlenimine sahip olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat Mickey, aslında Judy için, Judy'nin bunu fark edeceği tüm benliği yok edilmiş olsa da, değerli biri ve nişanlısı. Aralarındaki çatışmaların bazen sahnelerde ve ekranlarda gördüğümüz gülümseten türde evli çift tartışmalarından olduğunu görüyoruz. Sesler yükselse, avuçlar birbirini görse bile sorunlar çözülüyor gibi gözüküyor. Judy ve Mickey, altı haftalık programları için Londra'dalar ve Judy neredeyse her çıktığı programdan sonra karşısına gelen herkesi etkilemeye devam ediyor. Peki, bu sahnenin sorunu ne?
Mickey ışıltılı sahneye ait Judy Garland'a mı yoksa mutluluğunu paylaşacağı bir Judy Garland'a mı aşık? Bu soru, cevabının çokça kez biçim değiştirdiği bir unsur oldu bizim için. Judy'nin son performansına kadar Mickey'nin sürekli engelleyici olduğunu görüyoruz. Haliyle Judy'nin sağlığı ve belki de kapana sıkıştığı o küçük dünyasının delinmesini sağlıyormuşcasına bir performans sergiliyor. Bu performansın ise tek perdelik oyunumuzda kendisine veda ettiğini görüyoruz. Judy bir gece sarhoş oluyor ve Mickey onu ararken bir restoran sahibiyle iletişime geçiyor:
- Kimsiniz?
- Mickey. Mickey Deans.
- ...
- Judy Garland'ın nişanlısı Mickey Deans.
Tek bir diyalog insanları algıladığımız şekli tamamen değiştirip yok edebilir. Mickey'nin sahnede çoğu kez Judy'e aşık olduğunu duyuyor hatta "en kötü hayatında başına gelen en güzel şey" olduğunu öğreniyoruz. Fakat Mickey ne bir aşık, ne bir partner, ne de bir dost.
Oyunun ilerleyen bölümünde ortaya çıkan Judy'nin son sahnesi, artık aldığı ilaçların onu ayakta tutamadığı, sahnedeki ışığın önemsizleştiği, şevkin yerini boşluğa bıraktığı ve kalbindeki boşluğun arpın tellerini çekermişcesine onu titrettiği bir dönüm noktası olarak tasarlanmış. Judy'i önceki sahnelerinden daha yorgun, sesindeki parlaklığı sahne ışıklarına rağmen kaybetmiş biri olarak yakalıyoruz. Judy sahneden kaçıyor ve onu kucaklayan kişi ise Mickey oluyor. Artık sahneye ait olmadığını hisseden ve hayatını yaşamak isteyen kafese sıkışmış bir kuşu önümüze seriyor oyun. Oyunun düğüm noktasının sonuna geldiğimizi bizlere hissettirirken Mickey gardiyanlık rolünü bir yana bırakıyor. Sahneyi terk etmeye çalışan kafesteki kuş ile onu kafesin içinde insanlara sergilemeye çalışan bir sevgili, dost, sahip (acı da olsa) veya annenin (buraya sonra değineceğiz) çatışmasına şahit oluyoruz. Mickey'nin ısrarla uzaklaştırdığı ilaçların tekrar Mickey sayesinde Judy'nin hayatının merkezine yerleştirildiğini görüyoruz. Bu çatışma öyle resmediliyor ki Judy'nin bu kısımda ilaçları istemeyen kişi olduğunu bile görüyoruz. Fakat ne yazık ki kendi içselliğini kaybetmiş, kendi dünyasını oluşturmasına izin verilmemiş ve dünyasını oluşturacak tüm imkanları elinden alınmış olan Judy, ilaçları alıyor ve sahneye artık bir Judy Garland olarak değil, isminin geride bıraktığı etkiyle son şarkılarını söyleyen biri olarak çıkıyor.
İnsan olarak en büyük korkum insanlığımı keşfedememek, birey olarak en büyük tedirginliğim ise benliğimi oluşturamayacak kadar acımasız bir dünyanın beni kaplamasına izin vermektir. İnsanlık, insan olabilmek, birey olabilmek, özgür bir birey olabilmek, bireysel dünyamızı inşa edebilmek, o dünyayı yaşayabilmek gibi temaları oyun bize Judt - Mickey arasındaki etkileşimde anlatıyor gibi gözükse de Judy'nin geçmişi ve monologları da bir hayli değerli bizler için. Değerli arkadaşımla yaptığımız tartışma ve kendimizin keşfettiği noktalar oyuna en az kendisi kadar değer katan detaylardan oluşuyor. Öncelikle Judy'nin geçmişine bakıyoruz. Dünyaya gözlerini açan her insanın bireyselliğini kazanmadan önce ailesine bağımlı yaşaması kadar doğal bir şey yoktur. Asıl güzellik ise o insanın bir süre sonra ailesine bağımlı yaşamayı bırakıp bağlı yaşaması ("bağımlı" ve "bağlı" kavramlarını bu şekilde kullanan arkadaşımın ta kendisiydi) ve ailesinden, çevresinden ve de kendi perspektifinden algıladığı dünyayı bütünleştirerek birey haline gelmesidir. Bağımlı yaşayan insanlar bağımlılığını sürdürdükleri objelerin, ortamların ve kişilerin kopyası haline gelir, kendi yaşamlarını tasarlayamadan "hayat sahnesinden" inerler. Judy, annesinin kendisi için tasarladığı dünyaya ait kurallara zincirlenmiş halde yetiştirilmiş biri. Burada özgürlüğün yollarını keşfedememiş bir insandan bahsediyoruz. Bunu genellemek de mümkün. Toplum içinde hapsolmuş ve toplumu değiştirmek yerine topluma köle edilen insanların bir yansıması aslında Judy. Bu kölelik ise başucundaki kişiden aşılanıyor ona. Bir annenin sevgisini, ışığını ve saygısını elde edemeden başkalarını sevmeye, kendi ışığını keşfetmeye ve kendisine saygı duymaya çalışan biri. Bunun imkansızlığına inanmasak bile zorluğuna inanıyoruz arkadaşımla. Hayatımıza dokunabilecek insanların varlığına her zaman inanmamız gerektiğini düşünüyorum, yeter ki o insanları fark edebilecek gücü kendimizde saklayabilelim.
Annesinden kendi dünyasını keşfedemeyecek hale getirilen Judy'nin dünyasını Mickey aracılığıyla keşfe devam ediyoruz. Mickey'nin başta aşırı koruyucu olduğunu söylemiştik. Bu aslında bize etrafımızda bizleri kısıtlayan diğer insanları hatırlatıyor. İyi amaç güdülen her fikrin her zaman iyi şeyleri doğurmayacağı olgusunun vücut bulmuş haline rastlıyoruz. Bu olgu, Mickey'i besleyen tek unsur olarak kalmıyor. Dünyasını keşfedemeyen Judy, dünyasını onun yerine keşfedecek birine ihtiyaç duyuyor. Bu kaşif ise elbette Mickey. Yönlendirilen insanlar şüphesiz onları yönlendirenlerin dünyasında bir piyon işlevi görür. Kendini sahneye ait hissetmeyen Judy'nin hayatını başkalarının oluşturduğu sahnede dans edip şarkı söylerken görmek her ne kadar acı verici olsa da günümüzde kendinin belirli bir döngünün içinde hapsolduğunu göremeyen, fotoğraflara bakıp içindekini göremeyen, açan çiçeği koklayıp kokusunu alamayan insanların da durumu farksız. Bu insanlar için "yetinmek" kavramı "keşfetmek" kavramının yerini alır gibime geliyor. Mickey kaşif olması yanı sıra Judy için ayrıca bir "anne" rolü oynuyor, yani Judy'nin alamadığı (veya tanımadığı) sevgiyi ona sunmaya çalışan bir ebeveyn rolünde. Böylesine doğal ve iç yeşerten bir duygunun hiç tadılmamış olmaması, ona susamış olan insanlar için tanınamaz bir hale gelebilir. Bu da onu sunmaya çalışan (veya kendini böyle gösteren) her kişinin benimsenmesine yol açabiliyor. Kaşiflik, ebeveyn ve son olarak acımasız bir kavram olarak sahip. Mickey'i sahnenin sonlarına doğru ilk iki rolü bırakıp Judy'i yok edecek bir yola sürüklediğini görüyoruz. Judy'nin sahnede kendini bulduğuna inanması (ki bu Mickey'nin körleştiğini gösterir), Judy'nin para kazanması gibi birçok sebepten bunun gerçekleştiğini tartışabiliriz. Bizim için ise şu soru ortaya çıkıyor: Birey, kendisine mahkum olduğuna inandığı ve sevdiği birini yok eder mi? Bu sorunun cevabı hayır olmalı ise Mickey neden Judy'i öleceği kafesten çıkarmıyor? Mickey'nin şahsi motivasyonunu tamamen kestirebilmemiz zor. Öyle ki, belki kendisinin de ne istediğini bilemeyen insanlara onu bile dahil edebiliriz. Bizler için önemli olan, kendisinin bir başkasını kanatları altına almış gibi gözükürken aslında o kişiyi kanatlarının altında eziyor olmasıydı.
Doğdumuz andan beridir bir sahnedeyiz. Seyirciler daima mevcut, ışık ise bazı zamanlarda soluk. Sahneye biz çıkmak için mi çıkıyoruz? Sahnenin tozunu atabilecek gücümüz var mı yoksa perdenin arkasında saklanmış ve bizleri uyaran bir suflör var mı? Aktör müyüz yoksa figüran mı? Arkadaşımla bu soruları cevaplayabilmenin önemli olduğunu sadece düşünmüyoruz, biliyoruz. En azından Judy'e daire fikirlerimizi şöyle sonlandırıyoruz: Işıltılı sahnenin kendisini keşfetmesine izin vermemiş ve parçalanmış sanatçısı Judy bir figüran, ilaçları ise onun sahnesinde rol olan aktör ve oyunculardır.
Yaşamlarımızın aktörü müyüz? Yoksa körleştirilmiş figüranları mı?
Oyun tarihi: 7 Mayıs 2022
Comments
Post a Comment